26 Aralık 2011 Pazartesi


Yok, öyle çok fazla şikayetim yok.
Sevdiğim bir işi yapıyorum, bu şansı yakalayan belki de ender insanlardan biriyim.
Ama ara ara şöyle bi his geliyor, gitmem gereken bir yer, 
bir başka yol var da zaman mı kaybediyorum acaba? 
Daha sosyal içerikli belki, 
belki tam yaşam amacımı yansıtan...
Emin de değilim, hepimiz belki zaten yaşam amacımızı yaşıyoruz şu an.
Ama ya değilse? Ya çok daha tatmin eden ve ettiren bir yol varsa...
Koşturarak yetişmek yerine, sindire sindire gideceğim bir yol. 

Facebook'tan tam 21 yıldır görüşmediğim sınıf arkadaşlarım buluştular, ben gidemedim. 
Fotoğraflarını gördüm, ki sokakta görsem tanımazdım. 
Hiç haberimiz olmadan ne yollardan geçtiler, koca koca adamlar, kadınlar oldular. 
Olduk, olmuşuz... da haberimiz yok.
Hala küçük çocuklar, o dersi kaynatan yumurcaklar sanıyoruz kendimizi.
Öyle olmadığımızı yüzümüze çarpan bir fotoğrafla karşılaşınca da sorgulamaya başlıyoruz.
Bir mucize gelse de mi harekete geçsek, yoksa harekete geçsek de, bir mucize mi gelse... 
Belki ikisi birden olmalı... Karşılıklı...

Dualar ediyoruz mucizeyi isteyen. 
Niye olmuyor bi türlü diye düşünüyoruz ya, geçen gün çocuğuma bakarken onu düşündüm.
Bir şeyi  isteyip, tutturunca ağladı diye, tepindi diye ona izin veriyor muyuz?
Onun iyiliğini düşünüp izin vermediğimiz şeyi, bir çocuk nasıl algılıyor?
Annem bana istediğim kadar çikolata vermiyor, benim iyiliğimi istemiyor, beni mutsuz ediyor!
Oysa ki tam tersi, ama o göremiyor.
Biz de neyin hayrımıza olduğunu görmeden Allahımızdan isteyip duran çocuklarızdır belki .
Kim bilir...

Ama ya o mucize yol? Ya varsa?

19 Aralık 2011 Pazartesi

 
 
 -Sen şöylesin!
 
dendiğinde tepki göstermeyeceğimiz, bozulmayacağımız özelliklerimizin özelliği nedir sizce?
Ya çok harika şeylerdir duyduklarımız- ki eğer kendimiz inanmıyorsak, bunun da etkisi yoktur.
Ya da sizin de çok iyi farkında olduğunuz, üstüne üstlük kendinizle dalga geçecek kadar barıştığınız özellikleriniz olmalıdır bunlar.

Ben bugün iki yerden kendimle ilgili 2 tespit duydum, cümle arasında.
Kendimi bilmiyor muyum? 
Gayet de doğru 2 tespit. 
Güldüm mü güldüm, eğlendim mi eğlendim kendimle.
Ya da bugün benim ruh halim böyle.
Ve böyle anların içinde bir fırsat saklıdır belki de.

Yaşlı adam, kapıdan içeri giren eski müşterisine anlatmaya başladı.
Sanki bu anı bekliyordu. Yıllar öncesinden biri gelse de, o da bunları anlatsa diye...
" 10 sene oldu, eşimi kaybedeli dedi. Sizi görmediğim süre ne kadar çok olmuş demek ki...
Bir süre hiç çıkamadım yukarıya, eşimin eşyalarının olduğu odaya. 
Öylece kapatıvermiştim.
Neden sonra cesaret ettim.  İçeriye girdim, ortalığa bakındım. 
Sanki namahrem bir şeye dokunur gibi, ucundan ucundan bakmaya kaldırmaya başladım.
Onlarca etiketiyle duran giysi, hiç kullanılmamış iki kutu porselen yemek takımı duruyordu.
O hiç gelmeyecek güne saklanmış... Siz siz olun, her şeyi takın, giyin, kullanın." dedi...
Bazı hayatlar, bazı hikayeler böyledir işte 
hayat felsefesi gibi geliverirler insana.
Kulaktan kulağa.

7 Aralık 2011 Çarşamba


Sevdiğim bir arkadaşım yazmıştı geçenlerde
içindeki Polyanna'nın ara sıra öfkeli şirinlere mağlup olduğuyla ilgili.
Ona şöyle cevap vermiştim, içine Polyanna kaçmaya görsün,
mağlup olsa bile hemen kendini toplar geri döner.

Benim de, zamanın birinde içime Polyanna kaçtı bi kere.
Arada kızsam da sağa sola,
hemen geri gelir, bırakmaz beni.
Neyse ki... İyi ki...

Bu sabah, aldığım nefese şükrederek uyandım.
Gönül almaya çalışan kocaya gülümsedim.
Kızımı okula bıraktım.
Onu koltuğuna oturttururken bir rahatlık geldi ki.
Geç kalmak falan hiç umrumda bile değildi.
Daha önemli ve mutlu bir an olabilir miydi?

Bir cümlenin içinde kaç teşekkür edecek şey olduğunu düşündüm.
Başta aldığım nefes olmak üzere.

İyi ki varsın Polyanna...


5 Aralık 2011 Pazartesi

Yeni bir reklam var.
Çocuklar annelerine mutfaktayken sorular soruyorlar,
anne ceylan mı hızlı koşar aslan mı türevi...
Anne bir iki soruya cevap veriyor, sonra kurtulmak için
Tatlımm denen çikolatalı tatlıyı çağırıyor, daha doğrusu bir inek çağırıyor.
O da tatlıları getiriyor. Çocuklar yiyor, anne sorulardan kurtulduğunu sanıyor.

Yani, bu nasıl saçma bir mantıktır.
Anne bu sorulara cevap vermezse 
çocuklar nasıl öğrenecektir.
Her kurtulma çabasının sonucu tatlıyla bitecekse
yeni nesiller obeziteden nasıl kurtulacaktır.

Çocuklara zaten haddinden fazla yedirmeye çalışan,
bak falancaya veririm denen zihniyete karşıyım,
bu reklam iyice saçmalamış.




Bazen varlığına şükrediyorum,
Bazen duyarsız davrandığında yanımdan geçerken sana dirsek atmak, ya da ne bileyim tekme fırlatmak istiyorum,
Bazen yemek sofrasında gazete okuduğunda mesela, uzanıp gazeteyi paralamak geçiyor içimden,
Bazen serbest bırakıyorum önemsemiyorum bu durumu,
Bazen konuşamadığımız anlarda paniğe kapılıyorum hep böyle mi olacak diye,
Bazen konuşmasak bile evrensel bir boylamda kalplerimizin bir olduğunu hissediyorum, huzur duyuyorum,
Bazen beceriksizce bana yardım edemediğinde önüme çıkan eşyalara öfkeleniyorum,
Bazen kendince yaptığın küçük yardımlara minnetar kalıyorum,
Bazen sebepsizce, ya da çok basit nedenlerle küs küs davrandığında hırrrrrrr diye çığlık atasım geliyor,
Bazen aman ne halin varsa gör diye düşünüyorum,
Bazen de üzülüyorum, yanaşıyorum,
Bazen ben yanaştığımda ne oldu, haklı olduğuma karar verdin dediğinde yine hırlamak istiyorum,
Bazen iyi ki tanışmışız diyorum,
Bazen hiç tanımamışım aslında diyorum,
Bazen en küçük bir karı-koca gezmesi, sinema, tiyatro etkinliği yapmaya niyet bile etmediği için yuh diyorum,
Bazen gözümün içine bakıp iltifat ettiğinde ne mutlu bana diyorum,
Bazen evlilik bu mu yahu diye okkalı bir küfür savuruyorum,
Bazen kedi gibi evliliğin sıcaklığına kıvrılıveriyorum.

Ama bazen ya iyi bazenler azalır azalır, kötü bazenlerin altında ezilirse diye korkuyorum.....

3 Aralık 2011 Cumartesi

Şunu gördüm hayatta,  
karar veren konumundaysan özellikle
herkesin aynı anda çok mutlu olmasını
sağlayamıyorsun. 

Hatta zaman zaman birinin mutlu olacağını sanarak 
bişey yaptığında üzerine saldırarak bile gelinebiliyor.
İstersen o kişinin arkasından onun hakkını savunmak için
çırpınmış ol  karşındaki kurban rolünü oynamayı seçmiş, 
haksızlığa uğradım ben diye çığlık atıyor.
Çünkü gördüm ki ne olursan ol, nasıl yaparsan yap,
karşındakinin algısı kadarsın sonuçta.
O seni nasıl görmek istiyorsa...

Bugüne kadar geldiğim yol bana şunu öğretti,
herkesi aynı anda mutlu etmek için hiçbir şey yapmıyor olman lazım 
ki bu da birilerini en başta da seni mutlu etmiyor.

Bildiğin, hakkaniyetli doğrularla devam etmeli o zaman.
Yapılacak şey bu kadar...

2 Aralık 2011 Cuma

Gidenin ardından...

Az önce bir cenazeden geldik. 
Bir arkadaşın babasının cenazesinden. 
Şöyle baktım bir karşıdan cenaze sahiplerine,
iki kız kardeş ve anne.
Üçü omuz veriyorlar birbirlerine.
Aldı götürdü beni tarihin sayfalarına.
Babamı kaybettiğimiz döneme.
İki kız, bir anne...
Ne sahipsiz görünüyor insan babasız. 
Güçlü duruyorsun, zayıf değilsin...
Ama baba yokken pek bi' incinebilir gözüküyor insan, 
hele de uzaktan bakınca.

Annesi yalnız, kızlar kahramansız.
Bir süre sonra alışacaklar.
Ama o temel parça eksik kalacak. 

Usulca yürüdük, toprağa verildikten sonra
ailenin arkasından.
En son çıkmaya yakın, arkadan birinin 
"iyi insandı" dediğini duydum.
Ki babamın cenazesinde de herkesten aldığım enerji buydu,
budur dedim işte
insanı 'hayat boş' diye geldiği mezarlıktan 
'yaşamaya değer' diye çıkartacak neden!

29 Kasım 2011 Salı

Aloooo kime diyorum?

Her daim ellerinde bu meret. 
Oyun biter, mail okunur, BBM biter Whatsup atılır,
oradan çıkılır facebook'a yorum yapılır, daha da yetmez boş boş bakılır.
Çevremde hangi adama baksam elinde bir akıllı telefon, içine düşmüş durumda.
Sanki ellerine yapışık. Geçen gün baktım bizimki bir elinde telefon, bir elinde çatal
hem yiyor, hem parmakla ekranı aşağı doğru kaydırıyor.
Yahu insan şaşırır, çatal diye ağzına götürür ama yok yok, antrenmanlı bunlar...

Hayatı kaçırıyorlar bi yandan farkındalar mı acaba? 
Geçen gün tiyatroda telefona bakarken, 
(evet ne ayıp di mi, tiyatroda telefon açık )
sahnede oyuncu koşarak kulise geçerken perde aşağı indi.
Ufaklıkla ben gülmekten yıkıldık, ama tabii bizimkinin haberi yok.
Ekrana baktığından.
Bi de fotoğrafını çektim. Telefona baktığı da belli değil, uyuyor gibi gözüküyor.
 
-Baba, sen uyuduğun için göremedin dedi ya ufaklık, 
bilmiyorum anlatabildik mi? 

Hangi akıllı bıdıkla uğraşırlarsa uğraşsınlar o dert değil de,
biz o sırada neyle meşgulüz, neyle cebelleşiyoruz o dert işte...

Elinde telefon , "Hadi giyinelim mi kızım? " dediğinde hadi gidiyorum ben babacım gidip de hemen giyineyim bari diyen bir çocuk henüz görmedim ben , ya siz?


 


24 Kasım 2011 Perşembe

Bu kadar mı oldum yahu?

Sabah kocaya seslenip, gözüme ilişen başlığı söyledim.
Ali Taran'ın eski eşi ölmüş.
Adam, döndü: "Biliyorum akşam öğrendim de, sen uyuklarken söylemedim,
uyanır, tweet atmaya kalkarsın diye..." dedi.

Sosyal medya kuşu mu oldum iyice acep?

Dinlemekten hiç şikayet etmeyen bi kuş bulmuşum, vıdı vıdı başını yiyorum işte,
daha ne istiyosun kocacım?

Önce insanım, sonra reklamcı

İlk gördüğümde gözlerime inanamadım. 
Fonda Demet Akalın, ekranda kadın görünümlü bebekler
Bebek'te üç beş tur atarım diye popo sallıyorlar. 

Tahmin ediyorum, acans da, yaratıcıları da fikri bulduklarında 
oooh be deyip arkalarına yaslanmışlardır. 
Demet'in şarkısını da gömelim fona bundan iyisi Şam'da kayısı.

Yok anacım, o kadar da değil. 
Zaten çocuklu reklam çekimleri yeterince eziyetli ve yüreğimi eziyor.
Bi' de içeriğiyle, sapığa manyağa göz ziyafeti olmasın çocuklarımız.


Olmamış, hiç olmamış!